4/19/2006

California fayında gizemli titreşim

California’da Pasifik boyunca uzanan San Andreas fayını dinleyen uzmanlar, San Francisco depreminin 100’üncü yılında, yeraltında nedeni anlaşılmayan titreşimler tespit etti.

Tüm çalışmalara karşın gizemini koruyan bu jeolojik olayın önceden bilinmesi için henüz açığa çıkarılması gereken birçok bilinmeyen var. Deprem tahminlerinin meteoroloji tahminleri gibi net olabilmesi için iki temel sorunun çözülmesi gerekiyor: Deprem nasıl başlar? ve Depremi nasıl veya neden duruyor?

Deprem, kıtasal plakaların karşılıklı olarak birbirleriyle itişmesi ve buna bağlı olarak alt alta veya üst üste binmesinden kaynaklanıyor. Dünya yüzeyinde yaklaşık 10 adet dev plaka ve yüzlerce küçük plaka bulunuyor. Plakaların birbirlerine girdiği noktalar ise fay hatlarını oluşturuyor.

BİRKAÇ YÜZ MİLYON DEPREM
Hatlar boyunca plakalar birbirlerine güç uyguluyor ve karşılıklı enerji çıkışı meydana geliyor. Fay hatları boyunca ani enerji çıkışları, yeryüzünde deprem olarak hissediliyor. Kayıtlara göre, her yıl yeryüzünde irili ufaklı birkaç yüz milyon deprem meydana geliyor. Kimi gerçekten şiddeti düşük olduğu için hissedilmiyor, kimiyse yerleşimden uzak bir noktada meydana geldiği için haberlere düşmüyor.

YERALTI DİNLENİYOR
ABD’de National Science Foundation (Doğa Bilimleri Vakfı) bünyesindeki EarthScope projesi, yerkabuğu delinerek yeraltına 4 km derine inen hassas ölçüm cihazlarıya Kuzey Amerika faylarını dinliyor. ABD’li uzmanlar, California’nın altında 1.300 km boyunca uzanan ve şiddetli depremlere neden olan San Andreas fayında deprem habercisi şüphesi veren titreşimler kaydetti.

ESRARENGİZ TİTREŞİMLER
Yer kabuğundaki titreşimler genellikle, magnanın yeraltında yer değiştirmesine bağlanıyor. Ancak, California’da yanardağ olmaması, bilim insanlarını titreşimlerin magnanın yer değiştirmesinden ziyade bir faylarda bir hareketin, dolayısıyla da olası depremin habercisi olabileceği şüphesine itti.

YENİ BİR DEPREM ŞÜPHESİ
Tarihin en büyük depremlerinden 1906 San Francisco depreminden 100 yıl geçmiş olması, yeni yer kabuğu hareketleri olabileceği şüphesini bir süredir dile getiriliyordu. En son 1690 yılında 7.7 şiddetinde bir depreme neden olan San Bernardino fayının da yakın zamanda yeniden kırılması bekleniyor.

FAYLAR ARASI ‘TEĞET KAYMA
Tahminlere göre, gelecek 30 yıl içinde San Francisco bölgesinde yıkıcı bir deprem olma şansı yüzde 62.

Bilim insanları esrarengiz titreşimlerin, Pasifik’in altındaki Juan de Fuca tektonik plakanın, Kuzey Amerika tektonik plakanın altına doğru kaymasından meydana geldiğini düşünüyor. Bu iki plaka birlikte San Andreas fayını oluşturuyor. İki plaka teğet geçişle birbirlerini sürterek yer değiştiriyor, uzmanlar buna ‘teğet kayma’ diyor. Bilim insanları bu iki plaka arasında aktif olarak teğet geçiş tespit etmedi, dolayısıyla fay hattındaki titreşime neden olacak bir kayma tespit edilmemesi de soru işaretlerini artırdı.

Kaynak: LIVESCIENCE.com ve Associated Press’ten yararlanılmıştır.

4/07/2006

‘Tiktaalik’: Karaya ilk adımı atan canlı

Dünya’daki canlı hayatı karaya taşıyan ilk canlıya ait fosil gün ışığına çıkarıldı. Fosil, canlıların ilk kez 375 milyon yıl önce toprağa değdiğini gösteriyor.

Yeryüzünde 375 milyon yıl önce meydana gelen bir olay tüm canlı yaşamın yönünü değiştirdi. Balık benzeri bir canlı, sığ sularda gezinirken karaya çıkıverdi. Belki de anlık bir refleksle başlayan bu macera milyonlarca yıl zarfında canlı hayatı karaya taşıdı. Fosili bulunan canlının balıkla karasal hayvan arasında geçiş dönemine ait özellikler gösterdiği saptanırken, onu karaya ayak basmaya iten nedenler araştırılacak.



Bilim dünyası, ilk balıkların karaya çıkarak ayaklarının gelişmesinin 365 milyon yıl önce gerçekleştiğini varsayıyordu. Yeni fosil bunu 10 milyon yıl geriye çekti. Araştırmayı yürüten University of Chicago profesörü Dr. Neil Shubin, yeni fosilin karada rahatlıkla yol aldığını, geçiş dönemine ait fosilin hem balık hem de karasal canlı özelliklerini gösterdiğini vurguluyor. Oldukça iyi korunmuş olan fosilin iskeletinin tam olması araştırmacıların işini kolaylaştıracak.

SAKİN VE SIĞ SULARDA GEZİNİRDİ
Kuzey Kutbu yakınlarındaki Ellesmere Adası kıyılarında gün ışığına çıkarılan fosilin 1.2 ila 2.7 metre büyüklüğünde olduğu hesaplandı. Karaya bundan 375 milyon yıl önce ilk ayak basan canlının balıkla timsah arasında bir canlı olduğu düşünülüyor. Hayvan, subtropikal iklimde sığ ve sakin sularda yüzüyor ve etle besleniyordu.

‘İSTESE ŞNAV BİLE ÇEKEBİLİR’
Hayvanın ön ayakları omzuna bağlanıyor. Kollar, dirsekler ve göğüs bağlantısı bugünkü göğüs yapısına benzerlik gösteriyor. Bilim insanları hayvanın göğüs yapısının şaşırtıcı derecede ‘modern’ yapıya benzeyişini “Kollarıyla karada rahatlıkla yol alabilir, istese şnav bile çekebilirdi” sözleriyle tasvir ediyor. Hayvanın suda fok gibi yüzdüğünü düşünen uzmanlar, karada sürünebildiğini tahmin ediyor.

BALIKLA KARASAL HAYVAN ARASINDA
Hayvanın balıklardan farklı olarak kafasını vücudundan bağımsız olarak oynatabildiği tahmin ediliyor. Hayvanın akciğerleri ve kaburga yapısı da karasal bir canlıyı andırıyor; hayvanın havadan oksijen soluduğu düşünülüyor. Hayvan güçlü kollarıyla kendini taşıyabiliyordu.

Ancak hayvanın çenesi ve ağzının balık özellikleri taşıdığı belirlendi. Bilim insanları evrim aşamalı gerçekleşirken, kimi organların değişimde yavaş kaldığını ve bunların daha sonra ortadan kaybolduğunu belirtiyor.

Bilim insanları şimdi, bu hayvanı karaya çıkmaya iten dürtüler ve karaya çıktıktan sonra ayakta kalmak için nasıl evrildiğini merak ediyor.

Hayvana, Kanada’nın kuzeyindeki Nunavut bölgesinin yerel dilinde tatlısu balığı anlamına gelen ‘Tiktaalik’ adı verildi.

Kaynak: Araştırmayı konu alan makale İngiliz bilim dergisi Nature’da yayımlanmıştır.
Not: NewScientist, BBC ve Associated Press’ten derlenmiştir.

3/10/2006

Deneyde 2 milyar Kelvin’e ulaşıldı


Bilim insanları, bir deneyde gazın 2 milyar Kelvin (1.999.999.727 Celsius) sıcaklığa çıktığını gözlemledi. Ancak, bu rekor dereceye nasıl erişildiği bilimsel olarak açıklanamıyor.

Bilim insanları Güneş’ten daha sıcak bir ortamı Dünya’da yarattı. Güneş’in çekirdeğinde ısı sadece 15 milyon Kelvin iken, bilim insanlarının Dünya şartlarında yaptığı bir deney 2 milyar Kelvin’e ulaştı. Deney, ABD’de Sandia National Laboratories’deki Z Makinesi adlı bir cihazda gerçekleştirildi. Projeyi yürüten Dr. Chris Deeney henüz tam olarak açıklanamayan deneyi şu sözlerle anlatıyor: “İlk başta biz de başardığımıza inanamadık, üst üste ölçümler yaptık ve sonucun doğruluğuna ikna sonunda olduk.”

Termo-nükleer patlamaların sadece yüzbin ila milyon Kelvin mertebesine kadar çıktığı tahmin ediliyordu. Nükleer füzyon deneyleri şimdiye dek en yüksek 500 milyon Kelvin’e ulaşmıştı.

Z-MAKİNESİ
Laboratuvardaki Z Makinesi adlı cihaz, dünyanın en büyük X-ışını jeneratörü. Jeneratör, maddelerin ekstrem ısı ve basınç koşullarında gösterdikleri değişimleri gözlemlemekte kullanılıyor. Cihaz, 20 milyon amper elektriği süper ince tungsten kablolara veriyor. Elektriği alan kablolar çözülerek ortaya yüklü partiküllerden bir bulut çıkarıyor. Bu bulut, ‘süper-sıcak’ plazma olarak tanımlanıyor.

Söz konusu plazma, manyetik alan yaratılarak bir kalem ucu büyüklüğüne kadar sıkıştırılıyor. Sıkıştırılan plazma, X-ışını formunda enerji yaymaya başlıyor, ancak bu salınan X-ışınları en fazla birkaç milyon dereceye çıkabiliyor.

YÜKSEK ISI AÇIKLANAMIYOR
Sandia Laboratuvarı uzmanları, bu yöntemle yapılan deneyde ısının nasıl olup da 2 milyar Kelvin’e çıktığını açıklayamıyor. Deneyi yapan araştırmacılar için bu rekor hala bir muamma. Bilim insanları bir açıklama olarak, tungsten kablolar yerine daha kalın saf çelik kabloların kullanılmış olmasının bir neden olabileceğini vurguluyor. Bu sayede plazma iyonları daha hızlı hareket edip, dolayısıyla da daha yüksek ısıya erişmiş olabilir.

‘GİZLİ BİR ENERJİ KAYNAĞI OLABİLİR’
Bilim insanlarının açıklığa kavuşturamadığı bir diğer olgu da rekor ısıya, plazma iyonlarının soğuma evresinde ulaşılmış olması. Rekor ısıya ulaşıldığı aşamada, Z makinesi kendisine yüklenen enerjiden çok daha yüksek bir enerjiyi açığa çıkarıyordu.

Sandia uzmanlarından Malcolm Haines, henüz belirlenememiş bir enerji türünün devreye girmiş olabileceğini ve iyonların soğumaya başladığı sırada, fazladan ısı yarattığını düşünüyor.

Sandia National Laboratories, ABD Enerji Bakanlığı’na bağlı çalışıyor.

Not: Araştırmayı konu alan makale Physical Review Letters bilimsel dergisinde yayımlanmıştır.
Kaynak: Livescience.com

3/01/2006

Belgesel, Hugo Chavez

DEVRİM TELEVİZYONDAN YAYINLANMAYACAK
(THE REVOLUTION WILL NOT BE TELEVISED)



Yönetmenler: Kim Bartley, Donnacha O Briain

Katılanlar: Hugo Chavez, Pedro Carmona, Jesse Helms İrlanda-Hollanda-Almanya-Finlandiya, 2003 / 74’

Konu: İrlandalı iki bağımsız sinemacı Hugo Chavez'le ilgili bir belgesel çekmek üzere Venezüella'ya giderler. Çekimlere devam ettikleri bir sırada aniden kendilerini Chavez'e karşı, A.B.D.'nin organize ettiği organize ettiği ve iki gün sürecek olan darbe girişiminin içinde bulurlar. Bütün bu olayları saniye saniye görüntülemeyi başaran belgeselciler ortaya mükemmel bir eser çıkardılar: "The Revolution will not be televised".
Dünyanın en büyük beşinci petrol üreticisi ve ABD’nin petrol ihtiyacının yüzde 14’ünü sağlayan ülke olan Venezüella’da gerçekleşti. 1998’de Venezüella Başbakanı seçilen Hugo Chavez zorla görevinden uzaklaştırıldığı 11 Nisan 1998 tarihinde, iki bağımsız sinemacı başkanlık sarayında bulunuyordu. 48 saat sonra görevlilerin tezahüratları arasında iktidara geri döndüğünde de hâlâ oradaydılar. Bu film belki de tarihteki en kısa hükümet darbesini yansıtıyor. Kesinlikle izlenmesi gereken bir yapıt.

2/21/2006

Dünyaca ünlü Zingaro Tiyatrosu İstanbul’da

İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV), bir dünya prömiyerine imza atıyor: 16 dansçı, 36 at ve 15 müzisyenle İstanbul’a gelecek olan ünlü binicilik tiyatrosu Zingaro, 2006 yılı için hazırladığı yeni gösterisini ilk kez İstanbul’da sahneleyecek.

Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali Özel Gösterisi “Zingaro Tiyatrosu” 5–20 Mayıs tarihleri arasında gerçekleştirecekleri toplam 12 gösteriyle, S Uluslararası Binicilik Merkezi’nde İstanbul izleyicisinin karşısına çıkacak.

Zingaro Tiyatrosu, 1984 yılında tiyatro sanatçısı ve binici Bartabas tarafından kuruldu. İnsanlar ve atlar arasındaki büyüleyici ilişkiyi, dünya kültürlerinin aracılığı ile ortaya koyan gösteriler yaratan Zingaro Tiyatrosu; İspanyolca’da “çingene” anlamına gelen adını, Bartabas’ın çok sevdiği ve ölümüne kadar 20 yıl birlikte çalıştığı attan alıyor.

Özel yetiştirilmiş ve birbirinden yetenekli 36 at ve 16 dansçıyla İstanbul’a gelecek olan topluluğun 1984 yılındaki ilk gösterisi “Cabaret équestre Fransa’da büyük bir başarı kazandı. Ardından “Chimère”, “Eclipse” ve “Triptyk” adlı gösterileriyle dünya çapında ün kazanan Zingaro’nun son gösterisi “Loungta / Rüzgarın Atları” 2003 yılından bu yana Avrupa’da sergileniyor.

Biletler 4 Mart’ta satışa çıkıyor…

Zingaro Tiyatrosu’nun en son gösterisinin dünya prömiyeri biletleri 4 Mart Cumartesi günü; BİLETİX satış noktaları, BİLETİX çağrı merkezi (216 556 98 00), BİLETİX internet sitesinden (www.biletix.com) ve İKSV’de (İstiklal Caddesi 146, Beyoğlu)satışa sunulacak. Bilet fiyatlarıyla ilgili ayrıntılı bilgi çok yakında açıklanacak.

İstanbul Kültür Sanat Dostları (İKSD) üyeleri, Zingaro Tiyatrosu’nun gösterilerine öncelikli ve indirimli bilet alma fırsatına sahip olacaklar. İKSD üyeleri için ön satış dönemi 27 Şubat–3 Mart tarihleri arasında…

Versailles Sarayı Binicilik Okulu’nun kurucusu, yöneticisi ve eğitmeni Bartabas’ın iki tane de uzun metraj filmi var: “Mazeppa(1992) ve “Chamane” (1995). Atlara tutkun ressam Theodor Gericault'nun kahramanı olduğu bir öyküyü konu alan "Mazeppa" İstanbul Film Festivali'nde de gösterilmiş ve büyük beğeni toplamıştı.

Gösteriler, S Uluslararası Binicilik Merkezi’nde

Zingaro Tiyatrosu’nun gösterilerine ev sahipliği yapacak olan S Uluslararası Binicilik Merkezi, 2005 yılında Sevil Sabancıtarafından kuruldu.Türkiye’de binicilik sporunun gelişmesine ve yaygınlaşmasına katkıda bulunmayı amaçlayan merkez, üst düzey binici yetiştirmeyi ve uluslararası organizasyonlara ev sahipliği yaparak, ülkemizi binicik sporu için bölgesel bir çekim merkezi haline getirmeyi hedefliyor.

İstinye Yokuşu üzerinde yer alan S Uluslararası Binicilik Merkezi içerisinde; açık ve kapalı manej, 56 ahır, 7 eyer odası, 4 at yıkama bölümü ile adale yumuşatma, ısıtma ve tedavi amaçlı kullanılan 1 adet solaryum, veteriner ve nalbanthane, aynı anda 6 ata seyissiz yürüyüş yaptırabilen “adeta makinesi” ile birlikte All Sport Cafe yer alıyor.

1/24/2006

İstanbul’un isim efsaneleri


Tarihi ve kültürel zenginliği, kalabalık nüfusu, dinamizmi, gece-gündüz ve iş yaşamının yanı sıra sorunlarıyla da dünyanın önde gelen metropolleri arasında sayılan İstanbul, semt isimleri ve bunlarla ilgili anlatılan efsanelerle de dikkati çekiyor.


9 ayrı dil ve kültürde 33 farklı isimle anılan İstanbul’un eski semtleri de adlarını, halk arasında veya tarih kitaplarında anlatılan ilginç olaylardan alıyor.

“Aksaray”ın, Fatih Sultan Mehmet’in sadrazamı İshak Paşa’nın İç Anadolu Bölgesi’ndeki Aksaray’ı ele geçirdikten sonra o bölgede yaşayanları buraya gönderdiği ve semtin adının buradan geldiği, “Ahırkapı”nın, Marmara Denizi’nin kıyısında yer alan ve padişah atlarının bulunduğu “Has Ahır”ın 7 kapısından birisinin bu semtte bulunmasından kaynaklandığı biliniyor.

“Aşiyan” isminin, Tevfik Fikret’in burada bulunan ve Farsça’da “kuş yuvası” anlamına gelen “Aşiyan” adlı evinden, “Bağlarbaşı”nın ise dönemin ünlü bağ ve bahçelerin burada yer almasınedeniyle bu adı aldığı belirtiliyor.

“Bebek” ile ilgili olarak anlatılan 2 rivayetten birinin, Fatih Sultan Mehmet’in bölgeyi koruması için gönderdiği bölükbaşının “Bebek” lakaplı olması, diğerinin ise “padişahın semtteki bahçesinde gezerken yılan görüp korkan şehzadesine ‘bebek’ demesi ve bundan sonra bahçesinin ‘Bebek Bahçesi’ olarak anılması” olduğu anlatılıyor.



“Beşiktaş” ismiyle ilgili anlatılan 2 rivayetten biri, semtin ismini Barbaros Hayrettin Paşa’nın gemilerini bağlamak için diktirdiği 5 taştan aldığı, diğeri de burada yaptırılan kiliseye Kudüs’ten getirtilen beşik taşından geldiği yönünde.

“Beyazıt” adının ise Sultan II. Beyazıt’ın semtte kendi ismiyle anılan bir külliye yaptırmasından geldiği biliniyor.


“BAKIRKÖY, ATATÜRK’ÜN ÖNERİSİ”
Diğer bazı semtlerle ilgili anlatılan olaylar da şöyle:
Beyoğlu:
Semt adını, İslamiyet’i kabul edip burada oturmaya başlayan Pontus prensinden veya ‘Bey Oğlu’ diye anılan Venedik prensinin burada oturmasından aldı.
Bakırköy:
Bizans döneminde ismi ‘Makri Hori’ olan semt, 14. yüzyılda Osmanlı topraklarına katıldıktan sonra ‘Makriköy’ olarak anılmaya başlandı. Cumhuriyet’in kurulmasının ardından Türkiye sınırları içerisinde kalan yabancı kökenli isimlerin değiştirilmesi sırasında Atatürk’ün isteğiyle semt, Bakırköy adını aldı.
Çatladıkapı:
Bizans döneminde yapılan surların ‘Sidera’ adlı kapısı, 1532’de yaşanan depremde çatlayınca, hem semt, hem de kapı bu isimle anılmaya başlandı.
Çemberlitaş:
Bizans’ın en önemli meydanlarından Constantinus Forumu’nun büyük sütunlarından birisi olan Çemberlitaş, bulunduğu bu semte adını verdi.
Feriköy:
Sultan Abdülmecit ve Abdülaziz dönemlerinde yaşayan ‘Madam Feri’ye bölge toprakları bağışlandı ve semtin ismi bu şekilde oluştu.
Galata:
‘Gala’ kelimesi Rumca’da ‘süt’ anlamı taşıyor ve semtteki süthanelere gönderme yapılarak ‘Galata’ ismi türetildi. Diğer bir anlatıya göre de bu isim, İtalyanca’da ‘denize inen yol’ anlamına gelen ‘galata’ kelimesinden geldi.
Taksim:
Kelime anlamı ‘dağıtım’ olan Taksim adının, Osmanlı döneminde suyun halka dağıtıldığı yer olmasından kaynaklandı.
Teşvikiye:
İsmin, Sultan Abdülmecit’in, bölgede yeni bir mahalle kurulması için teşvikte bulunmasından geldiği ve bu durum, Rumeli ile Valikonağı caddelerinin kesiştiği noktada bulunan bir taş kitabede de belgelendi.
Üsküdar:
Bizans’ın ‘Skutari’ denilen ve şehrin Anadolu yakasında bulunan askeri birliklerinden gelen ‘Skutarion’dan gelen bu isim zamanla değişerek Üsküdar’a dönüştü.
Veliefendi:
Şeyhülislam Veli Efendi’nin sahibi olduğu topraklar üzerine kurulan hipodrom, semte de Veliefendi ismini verdi.”

KENTİN 33 İSMİ
Çeşitli dil ve medeniyetlerde farklı şekillerde adlandırılan İstanbul, Grekçe’de “Vizantion”, Latince’de “Bizantium, Antoninya, Alma Roma, Nova Roma”, Rumca’da “Konstantinopolis, Istinpolin, Megali Polis, Kalipolis”, Slavca’da “Çargrad, Konstantingrad”, Vikingce’de “Miklagord”, Ermenice’de “Vizant, Stimbol, Esdambol, Eskomboli”, Arapça’da “Bizantiya, el-Mahsura, Kustantina el-uzma”, Selçuklular’da “Konstantiniyye, Mahrusa-i Konstantiniyye, Stambul” ve Osmanlıca’da “Dersaadet, Deraliyye, Mahrusa-i Saltanat, Istanbul, Islambol, Darü’s-saltanat-ı Aliyye, Asitane-i Aliyye, Darü’l-Hilafetü’l Aliye, Payitaht-ı Saltanat, Dergah-ı Mualla, Südde-iSaadet” gibi bilinen farklı 33 isme sahip.

12/14/2005

Çölde Bir Okyanus Doğuyor

Bilimadamları Etiopya çöllerinde açılan devasa yarığın bir okyanus oluşumunun ilk adımı olabileceği görüşünde.

Etiopyalı, ABD’li ve Avrupalı araştırmacılar Etiopya’daki Afar çölünün kuzeydoğusunda oluşan coğrafik değişikliğin yeni bir okyanus tabanı oluşumunun ilk işareti olabileceğini açkıladılar. Araştırmacılar 60 kilometre uzunluğundaki ve 4 metre genişliğindeki yarığın 14 Eylül tarihinde bölgede meydana gelen bir deprem sonrasında oluştuğuna dikkat çekerken, okyanus oluşma sürecinin milyonlarca yıl alabileceğini belirtiyorlar.

İngiltere, Fransa, İtalya ve ABD’den gelen bilimadamları Etiopya’nın başkenti Adis Ababa’nın yaklaşık bin kilometre kuzeydoğusundaki bölgede yaptıkları araştırmalar sonunda dünyanın yeniden şekillenmesine şahitlik ediyor olabilecekleri sonucuna vardılar. Adis Ababa Üniversitesi araştırma görevlisi Dejere Ayalew “Yeni bir okyanus tabanının oluşumunu gördüğümüzü düşünüyoruz. Bilim tarihinde daha önce yaşanmamış bir durum, çünkü bu tip ayrılmaları genelde olduktan çok sonra görürüz. Ama şimdi süreci ilk elden takip ediyoruz” diyor.Afar’daki bilim ekibinde yer alan ve Londra Royal Holloway Üniveristesi üyesi Cindy Ebinger ise yaşanan süreç hakkındaki görüşlerini “Şu anda uzay temelli teknikler kullanarak tespit etmeye çalıştığımız kırılma bölgelerini ilk kez olarak çıplak gözle görüyoruz. Bu da bize dünyanın değişim sürecinin nasıl çalıştığı konusunda eşsiz ipuçları verecek.” sözleriyle açıklıyor.

ETİOPYA ADA OLACAK

Dünyanın derinliklerinde neler olup bittiğinin anlaşılması için fırsatlar da sunan coğrafik değişimin ne kadar sürede tamamlanıacağı ise şimdilik netlik kazanmış durumda değil. Dejere bölünmenin uzun bir sürecin başlangıç aşaması olduğunu belirterek, bu sürecin sonunda Etiopya’nın doğu kesiminin Afrika kıtasından kopacağını ve açılacak boşluğu deniz suyunun dolduracağını savunuyor. Araştrıma sonuçlarına göre Afar çölü her yıl Afrika kıtasından 20 milimetre kadar uzaklaşıyor.Adis Ababa Üniversitesi Yer Bilimleri Bölüm Başkanı olan Ayalew Afar çölünde yaşanacak değişimi şu sözlerle anlatıyor: “Afar’ın altındaki yeryüzü kabuğu Kızıl Deniz’in altındakine benziyor. Bu kabuk bir kez oluştumu su da gelecektir,çünkü burası alçak bir alan ve Aden Körfezi ve Kızıl Deniz’den buraya deniz suyunun gelmesi kaçınılmaz olacak”